CANSU OMRAK, Klinik Psikolog
Hiç birisine bakıp “Acaba kafasının içinde neler oluyor” diye merak ettiğiniz oluyor mu?
Pixar’ın 2015 yapımı olan, 2024’te ikincisi yayınlanan Ters Yüz filminde, her şey bu soru ile başlıyor. Filmde ana karakter Riley’nin beyninin içine giriyor, beynin komuta merkezini görüyor, onun farklı duyguları tanışıyoruz. Bu duyguların Riley’nin hayatında oynadığı özgün role, işlevlerine tanıklık ediyoruz.
Filmde öncelikle ana duygu olan Neşe ile karşılaşıyoruz. Neşe’yi komuta merkezinin başında, her şeyi yönetmeye çalışan bir yönetici olarak görüyoruz. Hemen ardından, Üzüntü ile tanışıyoruz. Üzüntü, Neşe’nin aksine hemen her durumda hüzünlü bir yan bulabiliyor. Riley’i tehlikelerden koruyan, onu güvende tutan Korku, fiziksel ve sosyal olarak zehirlenmekten koruyan Tiksinti ve adalet konusunda hassas olan Öfke ile tanışıyoruz. Yaşanan her olayda, bir duygu kumanda panelinin başına geçiyor, masa o duygunun rengine bürünüyor ve anılar o duygunun rengi ile kaydediliyor. Çok önemli olan “çekirdek anılar” ise ayrı bir yerde duruyor. Bu çekirdek anılar, Riley’in kişiliğin farklı yönlerini oluşturan adalar olarak tasvir ediliyor. Aile adası, maskaralık adası, hokey adası gibi, Riley’i Riley yapan şeyleri görüyoruz.
Riley ve ailesinin başka bir şehre taşınması, yaşadığı zorlayıcı deneyimler ile Neşe’nin epey zorlanmaya başladığını anlıyoruz. “Her ne olursa olsun, mutlu olmalıyız”, “Her durumun olumlu bir tarafını görebilmeliyiz” gibi söylemlerin ne kadar gerçekdışı olduğuna tanıklık ediyoruz. Duyguları bastırmanın iyi bir fikir olmadığını, her duygunun hayati, gerekli bir rolü olduğunu anlıyoruz. Deneyimlerin tek bir duygu içermek zorunda olmadığını, mesela hem neşeli hem üzüntülü olabileceğini görüyoruz. Zorlayıcı deneyimler ile birlikte Riley’i Riley yapan adacıklar yıkılırken, filmin sonunda aile adasının tekrar oluştuğunu, dostluk adasının genişlediğini, moda adası gibi yeni ilgi alanların eklediğine şahitlik ediyoruz. Yeni yapılan kumanda panelinde dev bir “ergenlik” düğmesi belirdiğini görüyoruz.
Çocukluğunda tanıştığımız Riley ikinci filmde ise ergenliğe giriyor. Riley’in beyninin kumanda merkezine yeni duyguların gelişi ile zihnin karmaşasını izliyoruz. Bir deneyim karşısında vermek istediği tepkiden çok daha fazlasını ortaya koyduğunu görüyoruz. Ebeveynlerin “Sana da bir şey söylemeye gelmiyor” dediği mod karşımıza çıkıyor. Benzer şekilde, arkadaşların ailenin önüne geçmesi, kaygı, kıskançlık, utanç ve bıkkınlık duygularının gelmesi gibi ergenliğin belirgin özellikleri ortaya çıkıyor. Riley’in benlik algısının oluşmaya başladığını, çelişen duygularını, duygu düzenleme çabalarını görüyoruz.
Ergenlik yolculuğu
Filmde ergenlik dönemindeki Riley’nin benlik algısının oluşmaya başladığı görülüyor. Erken dönem bağlanma ilişkileri, bir diğerinin gözünde ne kadar sevilebilir, değerli olunduğuna dair inançlar[1], yaşantıların farklı alanlara deyivermesi, benlik kavramının oluşumunu karmaşık hale getirebiliyor[2]. Tam da bu noktada, Riley’nin zihnin içindeki tüm duyguların kontrolü ele almaya çalıştığını ve onu ne kadar zor durumlarda bıraktığı görülüyor. Örneğin, Neşe sadece neşeli anıları görüp “Güçlüyüm, iyi bir arkadaşım, kazanırım, cesurum”, “Annem ve babam benimle gurur duyuyor” “ İyi bir insanım” gibi düşüncelerle benlik algısını oluşturmaya çalışıyor. Öte yandan diğer duygular pervasızca devreye girerek “Eğer bir ekibe dahil olursam yalnız kalmam” , “Eğer hokeyde iyi olursam arkadaşlarım olur”, “Yeterince iyi değilim” gibi inançları ile hep koşullu olan yeni bir benlik yaratmaya çalışıyor.
Değişim ve arayışta olma hali olarak değerlendirilebilecek ergenlik dönemi, Erikson’un psiko-sosyal gelişim teorisinde “Kimlik kazanmaya karşı rol karmaşası” evresine karşılık gelmektedir[3]. Erikson’un kimlik ve rol karmaşası kavramı, ergenin kendine, diğerine dair inançları, değerleri, hayata karşı amaçları arayışındaki çelişkiyi ifade etmektedir. Tıpkı Riley’nin “Ben kazanırım”, “Yeterli değilim”, “Cesurum”, “Zayıfım” inançları arasında savrulması gibi. Bowlby ise çocukların bağlanma ilişkileri hakkında oluşturdukları zihinsel temsilleri “içsel çalışan modelleri” olarak tanımlamaktadır[4]. Bu modeller, kişinin kendisi, başkaları ve dünya hakkında geliştirdiği beklentiler ve inançlardır. İçsel çalışan modeller, erken çocukluk döneminde bakım verenlerle yaşanan deneyimler sonucunda oluşur. Ergenler, bu dönemde yaşanan karmaşa ile bu modelleri de tekrar test ederler. Akranları tarafından kabul görüp görmediğini, grubun bir parçası olup olmadığını sınarlar. Bu dönemde arkadaşlıkların ön plana çıkması ve gruba kabul edilmek için farklı davranışlar sergilenmesi olağandır. Ergenlik döneminde arkadaşları gibi giyinmek, onların dinlediği müzikleri dinlemek gibi davranışlar tam da buraya karşılık gelmektedir. Riley’nin lisede arkadaş edinmek için dinlediği müzikleri saklaması, saçını boyaması bu davranışlara örnek olarak düşünülebilir.
Duygular ve duyguları düzenleme
Yaşadığımız her olay karşısında isteğimizden bağımsız olarak duygularımız devreye girer ve hayati bir rol oynar. Duygular, kişinin kendini riskli durum ve davranışlardan korumasını sağlar, yeniliklere başlamak için motive eder, ilişki ve bağ kurmayı destekler, adaleti aramak, hakkını savunmak üzere adım atmayı sağlar. Korku’nun Riley’i tehlikelerden, Kaygı’nın göremediği ihtimallerden koruması, Öfke’nin adalet isteği, adalet sağlanmadığında tepki veriyor olması, duyguların işlevine örnek olarak verilebilir.
Öte yandan, yaşam içinde pek çok zorlayıcı an yaşanabilir. Böyle zamanlarda, sanılanın aksine hep iyiyi düşünmek, duyguları bastırmak işe yaramayabilir. Örneğin, Neşe’nin kontrolün çoğunlukla kendisinde olması gerektiğine inanması, hüzünlü, öfkeli anıları “Bunu düşünmeyeceğim” diyerek zihnin içine atması, duyguları kasaya kapatması yani bastırmaya zorlaması, Riley’nin hayatını daha da zorlaştırıyor. Ancak zaman içinde, tüm duyguları kapsayan o anıların birer deneyim olarak bilinçdışında yer almasının önemli olduğunu görüyoruz. “Kötü” olarak nitelendirilen korkulu, öfkeli, kaygılı, bıkkın, utanılan anılar, “iyi” olarak tanımlanan neşeli anılar ile birleştiğinde esnekliğin, karar verebilme becerisinin oluştuğunu görüyoruz. Bu süreçte öğreniyoruz ki; aslında kumanda panelini tek bir duygu yönetmek zorunda değil. Bir olay karşısında birden fazla duygu birlikte çalışabilir; bir anıyı hem mutlu hem hüzünlü, hem kaygılı hem utanmış, hem öfkeli hem korkmuş şekilde deneyimleyebilir. Günlük yaşamda bunu fark etmek ve isimlendirmek zorlayıcı olsa da duygular birlikte çalışmaya hazır.
Filmde olduğu gibi, taşınmak, okul değişiklikleri, arkadaş ve ortam değişiklikleri korku, kaygı, öfke, utanç gibi duyguların yoğun yaşanmasına neden olabilir. Zorlayıcı deneyimler karşısında ilk ihtiyaç duyduğumuz şeylerden birisi durumu, duygumuzu, düşüncelerimizi anlamlandırmaktır. Herkesin duygu düzenleme yöntemi farklı olmakla birlikte duyguları fark etmek, kabul etmek, adlandırmak duygu düzenlemenin aşamaları olarak ele alınabilir. Bu noktada, spor yapmak, nefes egzersizi yapmak, dans etmek gibi fiziksel aktivitelerde bulunmak, sohbet etmek, paylaşmak gibi sosyal aktiviteler işe yarayabilir. Örneğin, ergen Riley’nin zihninde yoğun zorluk yaratan Kaygı ders çalışacak, antrenman yapacak kadar motivasyon sağlar ama felaket senaryoları da oluşturur. Tam da bu noktada koltuğa geçip bir bardak çay içerek kaygının yatışabildiğini görürüz. Benzer şekilde, anlaşıldığımızı hissetmek de duygu düzenlemeye destek olabilir. Örneğin, Riley’nin annesinin onun duygusunu görüp anladığı anda, Riley’nin zihnin içinde “Anne bizi anlıyor!” diye düşünmesi, o an kendisini güvende hissetmesi duygularını düzenlemesine yardımcı olur. Ergenlerden “Beni hiç anlamıyorsunuz!” cümlesi sık sık duyulabilir, ergenlerin etrafındaki yetişkinlerin duygu düzenlemeye destek olması tam da bu nedenle önemlidir. Aslında anlaşılıyor, duygunun görülüyor olmak bile duyguyu düzenlemek için önemli bir adım olabilir. Sonuçta, duyguların anlaşılması ve birlikte çalışmayı öğrenmeleri Riley’nin ergenlik sürecini kolaylaştırır.
Acaba sizin için durum nasıl? Beyninizin kumanda merkezini tek bir duygu mu yönetiyor yoksa duyguların birlikte çalışmasını sağlayabiliyor musunuz?
[1] Cassidy, J. (1999) The nature of the child’s ties. J. Cassidy ve P. Shaver, (Ed.), Handbook of attachment: Theory, research and clinical applications. New York: Guilford
[2] http://www.nebisumer.com/wp-content/uploads/2016/01/Orta_%C3%yn_Baglanma.pdf
[3] Erikson, E. H. (2014). İnsanın 8 evresi. Okuyan us yayınları.
[4] Bowlby J. Attachment and Loss, Vol. II. Separation, Anxiety and Anger. New York, Basic Books, 1973.