GÖZDE ÖZBEK, Klinik Psikolog
LGBTİ+ bireylere yönelik ayrımcılık artık bütün dünyanın gündeminde. Cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimle ilgili meseleler incelenirken, verilen isimlerin de gün geçtikçe çeşitlendiği, bireylerin cinsiyetlerini, cinselliklerini giderek kalıplardan azade tanımladığı görülüyor. Yapılan çok sayıda araştırma, bireylerin kendilerini keşfederken daha özgür olmak istediklerini, artık ikili seçeneklerden ziyade bir spektrum üzerinden düşünmeye çalıştıklarını gösteriyor. LGBTİ+ bireylerinin toplumsal kabulüne dair önemli aşamalar kat edilmiş olsa da, ayrımcı atmosferin, şiddetin her türlüsüne maruz kalmanın doğurduğu etkiler de hala oldukça yaygın.
Halbuki neredeyse yarım yüzyıl önce, 1974 yılında, Amerikan Psikiyatri Birliği (APA), eşcinselliğin psikolojik bozuklukların ortak bir dille tanımlanması amacıyla kullanılan tanı kılavuzundan (DSM) çıkarılmasına karar verdi. Nitekim farklı cinsel yönelimi olan bireylerin en az heteroseksüel bireyler kadar psikolojik olarak sağlıklı oldukları yapılan araştırmalar tarafından ortaya konmuştu. O zamandan beri eşcinsellik, tıbbi alanlarda da teşhisi konulan bir bozukluk olmaktan çıktı. Düzenli olarak güncellenen tanı kılavuzlarında da “cinsiyet hoşnutsuzluğu” kategorisiyle birlikte bozukluğa değil, kişinin mevcut cinsiyetiyle ilgili yaşadığı stres ve hoşnutsuzluğa vurgu yapılarak transeksüel bireylerin dönüşüm süreçlerinde ihtiyaçları olabilecek tıbbi desteği almaları kolaylaştırıldı. Bu sayede bireylerin cinsiyet değiştirme operasyonları için ihtiyaç duydukları tıbbı ve psikiyatrik destek daha etkili sağlanmaya başlandı[1] .
Ayrımcılık
LGBTİ+ bireyler, heteroseksüellere kıyasla 10 kat daha fazla ayrımcılık yaşama ihtimali taşıyor. Ayrımcı davranışlar, kötü muameleler, görünüşte “iyi niyetli” şakalardan, doğrudan hakaretlere, fiziksel şiddete kadar birçok farklı biçimde ortaya çıkıyor. Birçok LGBTİ+ birey için ayrımcılık evde, okulda, işte, toplumda ve her yerde ömür boyu sürüyor[2]. Ayrımcılığın, genellikle en güvenli mekân olması gereken ev ortamında istismar, tehdit ve ihmal şeklinde deneyimlendiği görülüyor. LGBTİ+ gençlerinin %50’si, “kendileri gibi olduklarında” ebeveynlerinden olumsuz tepkiler aldıklarını, %30’u fiziksel istismara uğradıklarını ve %26’sı cinsel yönelimlerinden dolayı evlerinden atıldığını bildiriyor. Aileleri tarafından reddedildiklerini bildiren LGBTİ+ bireylerin, diğer genç yetişkinlere göre altı kat daha fazla depresyon tanısı aldıkları, üç kat daha fazla yasadışı uyuşturucu kullandıkları, sekiz kat daha fazla intihar girişiminde bulundukları görülüyor.[3]
Ayrımcılık maalesef ev ile sınırlı kalmıyor. Örneğin, ev sahipleri LGBTİ+ bireylere ev kiralamak istemeyebiliyor, işverenler işe alımlarda LGBTİ+ bireyleri tercih etmiyor ya da işte yönetici pozisyonlarına gelmelerini zorlaştırabiliyorlar. Bunların sonucunda, daha düşük iş tatmini, daha fazla devamsızlık ve daha sık iş değiştirme kaçınılmaz oluyor [4].
Bireylerin varoluşu ne olursa olsun, kendilerini nasıl tanımlarlarsa tanımlasınlar, herkesin tüm haklardan eşit şekilde yararlanma hakkı vardır. Ayrımcılığın değil, gökkuşağının zenginliğinin yanında olmanız dileğiyle…
[1] Toplumsal Dayanışma İçin Psikologlar Derneği (TODAP). (2017). Psikologlar için
LGBTİ’lerle (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans, İnterseks) Çalışma Kılavuzu.
[2] A.g.y.
[3] Friedman,M. (2014). The Psychological Impact of LGBT Discrimination, Psychology Today.
[4] A.g.y.