EGE ORTAÇGİL, Klinik Psikolog
Bir 23 Nisan günü, 8-9 yaşlarında bir çocuğun etrafındaki yetişkinlerle sohbetine şahit olmuş ve epey şaşırmıştım. Çocuk, belli ki okulunda düzenlenen etkinlikten çıkmış, muhtemelen uzun süre ayakta durmuş, yorulduğunu anlatıyordu. “23 Nisan’da neden biz yetişkinler için gösteri yapıyoruz? Bu bizim bayramımız değil mi? Sizin bizim için bir şeyler yapmanız gerekmez mi?” diye sordu. Etraf bir anda sessizleşti, bu soruların cevaplarını kimse bilmiyor gibiydi. Sonunda yetişkinlerden biri çocuğa cevap verdi: “Ama biz çok beğendik, çok tatlı görünüyordunuz…” Çocuk sessizleşti. O sahnede bir konuşma balonu belirse içinde herhalde “Zaten her şey sadece siz yetişkinler için” gibi bir şey yazardı.
Hemen hemen hepimizin hafızasındadır klasik 23 Nisan kutlamaları. Stadyumlarda, okullarda, büyük parklarda yapılan gösteriler; şiirler, korolar, bandolar, yöresel danslar, bir günlüğüne liderlik koltuğuna oturtulan çocuklar. Sahne kaygısı yaşayanlar, kıyafetin içinde daralanlar, midesi bulananlar, sıkılanlar, yorulanlar, işi dalgaya vuranlar…Acaba kimse sorar mı çocuklara o gün ne yapmak istediklerini, nasıl eğlenmek, ne oynamak istediklerini, canlarının ne çektiğini? Doğaçlamaya, özgürce, kendileri gibi davranmaya izinleri var mıdır hiç? Yoksa yine yetişkinler mi karar verirler onlar adına? Yetişkinlerin sıkı sıkıya kurguladığı, çocukların ise uyum sağlamak zorunda bırakıldığı, yaşamın bir kesitini mi izler dururuz, tekrar tekrar? Gerçekten yetişkinler için mi yoksa çocuklar için midir bu bayram?
Türkiye’de Çocuk Algısı
0-18 yaş arasında tanımlanan çocukluğun, yaşamın en geçici dönemi olarak algılandığını söylemek mümkündür. Örneğin, sık sık dile getirilen “büyüsün, iyi bir üniversiteye gitsin, başarılı bir meslek hayatı olsun, aile kursun, iyi insan olsun” gibi beklentiler, çocukluk döneminin kendisi ile ilgili değil, bu dönemin bitişi yani gelecek ile ilgilidir. Çocukluk adeta hemen aşılması, geride bırakılması gereken bir dönemdir. Ancak yetişkinliğe geçildiğinde “tam insan” olunacaktır. Çocuk bu haliyle “bağımlı, eksik, yetersiz, tamamlanmamış, şekillendirilmesi şart, pasif” bir şeydir. Dolayısıyla yetişkinler, tüm bilgelikleriyle devreye girer ve hamuru istedikleri gibi yoğurmaya çalışırlar. Çocuğu şekillendirmeye, yetişkinin hayal ettiklerine hizalamaya, yönlendirmeye, ülkenin geleceğini, yarınlarını güvence altına almaya çalışırlar. Üstelik kötü niyet ile değil, “çocuğun iyiliği” adına yaparlar bunu.
Düşünsenize, size “Adın neydi?” diye soran birine, yanınızdaki sizin yerinize cevap verse? Hadi bir, iki, üç, bunu sürekli yapsa? “Benim istediğimi giyeceksin, ben tamam doydun deyince doyacaksın, benim kurallarıma göre yaşayacaksın, bana göre davranacaksın, sorgulamayacaksın çünkü her şartta ben haklıyım, ben senin için en doğruyu bilirim.” dese? Sen sorun çıkartma, uslu ol, söz dinle, uyumlu ol, başarılı ol. Ama biraz da halimden anla, üzme, öfkelendirme, hayal kırıklığına uğratma beni, biraz da aklımı okusan, beni tanıyorsun isteklerimi artık tahmin etsen, en yakın arkadaşım olsan, her şeyi bana anlatsan, ben de sana… Bu bağlamda, iki yetişkinin ilişkisinden bahsediyor olsak, birinin diğerini sürekli kontrol etmeye çalıştığı, baskıladığı, aynı zamanda bir türlü güvenmediği, bırakamadığı, ayrışamadığı, zamanın popüler söylemi ile toksik bir ilişki görebiliriz. Oysa bu bağlam, çocuk ve yetişkin arasında her gün yaşanabiliyor ve dahası normalleştiriliyor, hiyerarşik, toksik, ezen geçen, yıkıcı bir ilişki olarak yorumlanmıyor.
Toplumda var olan çocuk algısı, çocuğa karşı ayrımcı davranışların temelini oluşturuyor. Çocuğun ayrı bir birey, kendi düşünceleri, duyguları, kararları, seçimleri, kendine ait bir iç dünyası olan, söz ve hak sahibi bir insan olduğu kolaylıkla görmezden gelinebiliyor. İşte, çocuk hakları da tam da bu nedenle ortaya çıkıyor. Çocukların insani şartlarda, barışçıl bir dünyada, evde, okulda, mahallede yaşamaya, eğitim almaya, oynamaya, her türlü gelişiminin desteklenmesine, ayrımcılıktan, şiddetten, ihmal ve istismardan korunmaya, kendisi ile ilgili tüm kararlara katılmaya, fikir söylemeye hakları var diyor. Çocuğun çevresindeki tüm yetişkinlere de, çocuğun bu haklarını kullanabilmesi için ihtiyacı olan desteği, alanı, ortamı yaratma ve sürdürme sorumluluğunu veriyor.
Çocuğun Çevresindeki Yetişkinler
Çocuğun çevresindeki yetişkinler için zorlayıcı olabilecek roller de tam bu noktada başlıyor. Yetişkin olarak bir yandan çocuğun kendinden farklı ve ayrı bir birey olduğunu kabul edecek, ilerde yetişkin olduğunda değil, tam da bugün haklarını kullanabilmesini sağlayacak, ona kendisi gibi var olabilmesi için aktif olarak alan açacaksın. Öte yandan, onun yaşına bağlı gelişim özelliklerini bilecek ve bu doğrultuda uyumlanacak, çocuğun fiziksel, duygusal güvenliğinden emin olacak, bakım verecek, ihtiyacı olan çerçeveyi sunacak, sınır koyacak, yol gösterecek ve örnek olacaksın. Bu arada kendi yorgunluğunu, kızgınlığını, tüm duygularını düzenlemeyi de unutmayacaksın. İtiraf etmek gerekir ki; okuduklarını, konu uzmanlarının önerilerini, dışardan alınan her tür bilgiyi çocuğu ve kendini düşünerek harmanlayıp, bir sanatçı edasıyla gerçek yaşamda yerli yerine oturtmak pek kolay değil. En azından bolca düşünme, tartma, uygulama, bölme, çıkartma, bozup tekrar yapma gerektiriyor ve zaman alıyor. Evet, hem çocuğu hem kendimizi tanıma, anlama, anlamlandırma süreci, birinin ayağına basmadan dans etmeyi öğrenmek gibi uzun zaman alıyor.
Yetişkin olarak, bu dünya üzerinde çocuklardan daha çok vakit geçirdiğimiz kesin. Bu deneyim, bilgi, yaşanmışlık, yetişkinlerin eline ciddi bir güç veriyor. Ama bu güç, “ben bilirimcilik” anlamına gelmiyor, çocuklarla yetişkinlerin eşit haklara sahip olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Meselenin özü de bu gücün ne zaman, nasıl, hangi dozda kullanılacağı ile ilgili oluyor. Örneğin, ne zaman, hangi durumlarda, nasıl bir dozda çocuğa yön vermem gerekiyor, ne zaman yönünü bulabilmesi için ona alan açacağım? Diyelim, bir aile çocuğuyla birlikte parka gitmeye karar verdi. Çocuk genellikle parkta top oynamayı seviyor, bunu düşünerek ebeveynler yanına bir top aldı, birlikte, keyifle top oynamayı planladılar. Ancak o gün çocuk top oynamak istemediğini söyledi, ağaçlar arasında koşmayı, oynamayı tercih etti. Bu noktada yetişkin “Ama senin için top getirmiştik. Boşuna mı taşıdık bunu?” diyerek kendi planladıklarını çocuğa yaptırtmak isteyebilir, sırf “oyun oynandı” görevine tik atabilmek için ısrarcı davranabilir, onu kötü hissettirerek manipüle edebilir, hatta düşündüğü şey olmadı diye hissettiği kızgınlığı başka şeyleri de bahane ederek tüm gün üstünde taşıyabilir. Yani elindeki gücü olumsuz şekilde kullanabilir. Ya da çocuğun sadece koşmak, ağaçlara bakmak istediğini kabul edebilir, muhtemelen hissettiği hayal kırıklığını düzenleyerek bunu kişisel bir hakaret olarak yorumlamak yerine yaptığı planı çocuğun seçimine göre güncelleyebilir.
Peki, ideal dünyada hep çocuğun istediği mi olur? Bazen yetişkinlerin hızlıca bu uca kaydıklarına, çocukların onları yönettiğine, yön verdiğine de şahit oluruz. Oysa çocukların güvende hissetmek için sınırlara, çerçevelere, “hayır”lara ihtiyaçları vardır. Bir toplantı düşünün; ne konuşulacağı belli değil, kimin konuşacağı belli değil, ne zaman biteceği belli değil. Biri “Eeee daha daha…” deyip sözü size bırakıyor. Herhalde ne yapacağınızı bilemez, dağılır, belki kendi kafanıza göre bir konu seçip ilerler, belki biraz yönlendirmeye, yapılandırmaya ihtiyaç duyarsınız. Çocuklar da yaşlarına ve gelişim özelliklerine göre farklı yönlendirmelere, desteklere ihtiyaç duyarlar. Bazen cesaret verici, “ben buradayım” diyen bir gülümseme olur bu, bazen çocuğun oyununa küçük bir dokunuş, bazen çocuğun sorular sorduğu, cevaplar aradığı bir sohbet, bazen “Senin için tehlikeli olana izin vermeyeceğim.” gibi tutarlı bir sınır. Her ne şekilde olursa olsun, çocuğun bir birey olduğunu kabul eden karşılıklı bir ilişki kurulduğunda, yetişkinin zihninde neyi, neden yaptığı/yapmadığı net ve açıklanabilir olduğunda, hayat hem çocuklar hem de yetişkinler için biraz daha kolay ve keyifli olabilir.
Klinik psikolog Elif Gökçek, bir konuşmasında çocukları botanik bahçesindeki bitkilere benzetmişti. Bazı bitkiler güneş sever, bazıları gölge, hatta kururlar çok güneşte. Bazıları suyu sever, her gün bolca sulanmak ister, bazılarını çok su çürütür, ölürler. Bazıları rengârenktir, bazıları sadece yeşil, bazıları dikenlidir, pervasızca dokunmaya çalışırsan elini keser. Çocuklar da biraz böyle. Homojen bir grup değiller, hepsi farklı farklı. Dünyayı farklı görüyor, olayları farklı yorumluyor, farklı düşünüyor, farklı duygular hissedebiliyorlar. Tam da bu nedenle, standart, idealize edilmiş, ezberlenmiş şeyler yerine ihtiyaçlarını gözeten, güvenle özgürleştiren, onlara özel kişiselleştirilmiş tutum ve tavırları hak ediyorlar.
Her çocuğun, kendine has, biricik haliyle birey olarak kabul edilebilmesi, çocukluğunu doya doya yaşayabilmesi dileğiyle…