SERKAN KAHYAOĞLU, Klinik Psikolog
Edip Cansever “Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk hiçbir yere gitmiyor” der. Çocukluk yaşam boyu her zaman hatırlanır, kalıcı etkilere sahiptir, kişiliğin oluştuğu zamandır. Çünkü çocukluğumuzda olup bitenler, hem ilk olmaları nedeniyle hem de beynimizin en hızlı, en kalıcı çalışma dönemi olduğu için büyük etkilere sahiptir. Öyleyse, çocukluğun huzurlu, güvenli, gelişme fırsatlarının sunulduğu bir ortamda geçmesi son derece önemlidir. En karlı yatırım, çocuklara, çocukluğa yapılan yatırımdır. Zira sonuçları kalıcıdır. Huzurlu, güvenli büyüyen çocuklar yetkin yetişkinler, ebeveynler olurlar. Ama tersi olduğunda yani şiddet, ihmal, istismar altında büyüyen çocuklar acı dolu, içe kapanık, depresif, umutsuz, sıklıkla şiddet uygulayan yetişkinler olabilirler. Çünkü çocuklukta olanlar çoğunlukla kalıcı etkilere sahiptir.
Önce algıdan başlamalı
“Çocuk olma, çocuk aklı işte…, sen daha çocuksun anlamazsın, çocuk gibisin, sen çocuksun anne babaya küsülmez” gibi sözler herkes için tanıdıktır. Bu sözler yaşam sevinci, eğlence çağrıştırsa da çoğunlukla küçümseme, güçsüzlük, bilgisizlik, yetersizlik vurgusu için kullanır. Diğer bir deyişle çocuk, aklına pek güvenilmeyecek, çoğunlukla yönetilmesi gereken, itiraz etmesi pek hoşlanılmayan olarak algılanır. Bunun anlamı çocuğun aklıyla, duygularıyla “kendisi gibi olarak” değerli ve etkili algılanmasının göz ardı edilmesidir. Böyle olunca başta ebeveynler olmak üzere yetişkinlerin çoğu, çocuğu hakları ve sorumlulukları olan bir birey olarak değil “kendilerine benzetilmesi gereken, sürekli yönetilmesi gereken, bazı ailelerde sürekli ona bir şeyler sunulması gereken, yaşamlarının merkezine konulan” bir varlık olarak algılanıyor. Kısaca çocuk etkin, kendini ifade eden, itiraz edebilen, sorgulayan “etkin” bir birey gibi algılanmaktan daha çok ona rağmen, onun için karar verilen “edilgen” bir birey olarak algılanıyor. Bu algının ve tutumun sonucu olarak çocuklar en hafifinden kendilerini ifade etmeyi, yaşam becerileri edinip sorumluluk almayı öğrenemiyor. Ama bu edilgenliğin diğer ucunda hayır diyemeyen, kendisine zarar verildiğinde (ihmal-istismar edildiğinde) bunu fark edip, karşı çıkamayan bireyler olabiliyorlar.
Ailelerin, yetişkinlerin bu noktada yapmaları gereken birinci adım çocuğu hakları, sorumlulukları, düşünceleri, duyguları olan bir birey olarak kabul etmeleridir.
Çocuk ihmal ve istismarı
Çocuklar birey olarak kabul edilmeli ama çocuk oldukları unutulmamalıdır. Bilindiği gibi, tüm canlılar içinde insanlar büyümek için ebeveyninin desteğine en fazla ihtiyaç duyanlardır. Çocuğun gelişimi için aile, yakın çevre, okul, tüm yetişkinler ve devlet çocuğu koruyan, gelişimini en uygun şekilde sağlayan bir ortam sağlamakla yükümlüdür. Bu nedenle Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirgesinde, öncelikle 18 yaşına kadar her bireyi çocuk olarak kabul etmiş ve çocuklara özel olarak haklar geliştirilmiştir. Bu haklar çocukların yaşama, gelişme, eğitim alma, sağlık ve katılım başlıkları altında toplanmış ve vazgeçilemez, devredilemez haklar olarak tanımlanmıştır. Bu hakların sağlanmaması çocuğun ihmal ya da istismar edilmesi anlamına gelir.
Çocuk ihmali, çocuğa bakım verip koruması gerekenlerin sorumluluklarını yerine getirmemesidir. Yani anne babanın ve tüm yetişkinlerin çocuk için yapması gerekenleri yapmaması, ebeveynlik ya da yetişkinlik sorumluluğunu yerine getirmemesidir. İhmal, duygusal, fiziksel, ekonomik, cinsiyet rolüne bağlı olabilir. Örneğin çocuğun eğitimi için yeterli özenin gösterilmemesi, ya da oğlan çocuğun eğitimi desteklenirken, kız çocuğunun o kadar önemsenmemesi, aile içinde çocuğun düşünce ve duygularının dikkate alınmaması, sevgi ve ilgi gösterilmemesi çocuk ihmaline örnek verilebilir. Çocuk istismarı ise bir yetişkin tarafından gerçekleştirilen ve çocuğun gelişimini olumsuz etkileyen her türlü davranıştır. Yani çocuğa karşı yapılmaması gerekenin yapılmasıdır. Çocuğun çalıştırılması, cinsel olarak kötüye kullanılması, duygusal şiddet olarak tanımlanabilecek tehdit, sevgiden mahrum bırakma istismar örnekleri olarak sunulabilir.
Her ihmal ve istismar, çocuğun fiziksel, duygusal, zihinsel bütünlüğünün ihlal edilmesi anlamına gelir. Yani çocuğun düşünmesini, bedenini korumasını, duygularını fark etmesini, ilişkilerini düzenlemesini, gelişmesini engeller. Kısaca en temel hakkı olan yaşama ve güvende olma hakkına müdahaledir. Bunun sonucunda çocukların depresyon, kaygı, kendisine ve çevresine güvensizlik, ileride ilişki ve cinsel ilişki sorunları yaşama, okul başarısızlığı, bulunduğu yaşın gerektirdiği becerileri kullanamama gibi bir dolu ruhsal sıkıntıyı yaşama ihtimalleri artmaktadır.
Neden ve nasıl oluyor?
Çocuğu kendisi için bir araç, nesne olarak gören anlayış “kendi yararı için” çocuğa zarar vermekten kaçınmayabiliyor. İhmal eden, istismar eden bireylerin önemli bir çoğunluğunun geçmişlerinde ihmal ve istismarlar görülüyor. Toplumun, çevrenin, devletin bu konularda üç maymunu oynaması, “kol kırılır yen içinde kalır” anlayışı ihmal ya da istismar edenleri adeta koruyan bir mekanizma gibi işliyor. Sıklıkla “bizim evde, bizim şehirde, ülkede olmaz” anlayışı ihmal ve istismarın önlenmesine, işlevsel müdahale edilmesine engel oluyor. Zaman zaman anlamsız, çocuk gelişimine ve haklarına aykırı şekilde ortaya çıkan “şu yaşta çocukla evlenilebilir” türü haberler, bilimsel ve insani hiçbir yanı olmayan beyanlarda çocuk ihmal ve istismarını pekiştirebiliyor.
Ne olmalı?
Çocuk ihmal ve istismarının önlenmesi, sağlıklı işlevsel şekilde müdahale edilmesi kaçınılmazdır. Yıllar önce Almanya Başbakanı Angela Merkel’in dediği gibi “bir çocuk bile fazla” anlayışı ile bu alana müdahale edilmelidir. Çocuğun çevresindeki tüm yetişkinlere bu konuda görev düşmektedir. Bu konuda kısa-orta-uzun vadede yapılabilecek birçok eylem var:
Kısa vadede, ebeveynler, çocuğa bakım verenler ve öğretmenler çocuklara kendilerini korumayı, kendini kormak için gereken fiziksel ve sözel becerileri öğretebilirler. Örneğin, çocuklara “bu beden senin ve kimse sen istemediğin şekilde sana dokunamaz, sağlık muayenesi dışında kimsenin senin özel bölgelerine bakma, dokunma, kendi özel bölgelerine dokundurtmaya, izlettirmeye hakkı yok. Böyle bir şey olduğunda oradan uzaklaş, güvenebileceğin bir yetişkinin yanına git, sesini yükselterek bağır, hayır de ve en kısa zamanda bana anlat” denilebilir.
Orta vadede, çocukların ebeveynleriyle konuşulabiliyor olması son derece önemlidir. Ebeveynler sıklıkla cinsel gelişim, cinsellik gibi konuları çocuklarıyla konuşmaktan çekinebilmekte, bu durum da çocukların bu bilgileri güvenilmez, tehlikeli kaynaklardan öğrenmelerine neden olabilmektedir. Okullarda bilimsel bir cinsel eğitim, çocuk hakları dersleri çocukların katılımı ve sorularına açık şekilde verilmelidir. Üniversitelerde yüksek lisans ve doktora düzeyinde, çocuk ihmal ve istismarı hakkında çok daha fazla araştırma, yayın yapılması teşvik edilmelidir. Türkiye’de ne yazık ki bu konuda yapılan araştırma sayısı çok az hatta bazı araştırmaların yayınlanması geciktirilmekte, engellenebilmektedir.
Uzun vadede, toplumun bu konuda bilinçlenmesi için sorumluluk almak, kampanyalara, bu konuda çalışan kurumlara destek olmak gerekir. Hemen başlamakla birlikte gelişmelere göre yenilenecek devletin bir “çocuk koruma ve genel bir çocuk politikası” geliştirmesi ve uygulaması çok önemlidir. Bu politikanın sadece ihmal ve istismarı önlemeye yönelik değil çocuğun üstün yararını sağlayacak gelişim fırsatlarını sağlayacak şekilde düzenlenmesi gereklidir. Bu konuda İngiltere ve Almanya’nın başarılı çocuk koruma politikaları örnek alınabilir.
Son olarak bir çocuğun ihmal ve istismara uğramasında yetişkinler olarak hepimizin sorumluluğu olduğunu unutmamak gerekir. Arabanın önünde oturan bir çocuk gördüğümüzde, iki yaşında telefonla oynayan bir çocuk gördüğümüzde, çocukların yanında sigara içildiğinde hepimizin müdahale etme sorumluluğu var. Bir kişi sesini yükseltse işler değişebilir. Örneğin taciz edilen bir çocuğun akrabaları, komşuları, okulunda öğretmenleri, çevredeki yetişkinlerden sosyal hizmetlere kadar sadece bir kişi bile fark edip sistemi uyarsa, çabalasa, sesini yükseltse, destek arasa çocuğun korunması sağlanabilir. Kısaca üç maymunun görmesi, duyması, konuşması gerekiyor. Bir kişi bile bunu başlatabilir.