HİLMİ KAAN, Klinik Psikolog
Otorite, yaptırım gücü olan, idari gücü elinde bulunduran anlamına gelir. İçinde bulunduğumuz koşullarda otoritenin işlevi de gerekliliği de zaman zaman sorgulanabilmektedir. Özellikle politik anlamı itibariyle otorite daha çok kısıtlayan, özgürlük alanını daraltan bir anlam ifade edebilmektedir. Ancak otorite aynı zamanda düzenleyen, yetiştiren, büyüten anlamlarını da taşır[1]. Bebeklikten başlayarak insanın gelişiminde yer alan otorite figürleri, sınırlar koyarak, bu sınırlar içinde güvenli bir şekilde bize büyüme, genişleme alanı sunar, dış gerçekliği fark etmemizi sağlarlar.
Gelişimde Otoritenin Önemi
Kişinin otorite ile ilk karşılaşması aile içinde gerçekleşir. Psikanaliz kuramlarına göre otoriteyi sağlayan, “baba işlevi”dir. Baba işlevi sadece babayı değil, kural koyan, sınırlandıran, bağımlı bağları ayıran her şeyi temsil edebilir. Bu anlamıyla baba işlevi için gerçek bir “baba”ya ihtiyaç olmayabilir, her bakım veren, bebek için bu sınırları koyan olabilir. Örneğin, ebeveynlerin kendilerine ayırdıkları zaman, bebekten ayrılıp işe gitmeleri bu işlevi yerine getiren anlar olarak değerlendirilebilir. Burada önemli olan, ebeveynin bebek her istediğinde orada olmayabileceğini, bebeğin doyuma ulaşmak, ihtiyaçlarını gidermek için her arzu ettiğinde bu arzusunun gerçekleşmeyebileceğini ona fark ettiren sınırlılık, yani dış gerçekliktir.
Sınırlar, gelişimin her aşamasında önemli bir rol oynar. Tuvalet eğitimi, uyku saati, öz-bakım rutinleri karşılaştığımız ilk kurallar, sınırlar olabilir. Okul dönemi ile ailenin dışındaki otorite ile tanışılır. Artık öğretmen de okul kurumu da birer otoritedir. Örneğin, okulun belirli kurallarına, giriş-çıkış saatlerine çocuğun karşılaştığı ilk otorite olan ebeveynler de uymakla yükümlüdür. Ergenlik dönemi ise insanın doğumundan itibaren otorite ile en net şekilde karşı karşıya geldiği, kuralları en çok zorladığı zaman olabilir. Eskisine kıyasla daha fazla özgürlük isteyen genç, artık küçük bir çocuk olmamanın da getirdiği özgüvenle otorite konumundaki herkesle daha çok çatışır. Aile, okul ve sosyal çevresi gibi onun için önemli olan her bir otorite figürü ile iletişiminde kendisini nasıl deneyimlediğini tartıp, kim olduğunu anlamlandırma ihtiyacı içindedir[2]. Kendisine konan sınırları her seferinde biraz daha zorlayarak hem kendi özgürlük alanını genişletir hem de içerisinde rahatlıkla büyüyebileceği kendine özgü bir alan yaratmaya çalışır.
Gelişimin her döneminde otoritenin kapsayıcı, rehberlik eden, dönüştüren işlevi önemlidir. Sınırların, kuralların az sayıda ve net olması, çocukla birlikte belirlenmesi, ailenin tüm üyeleri için geçerli olması ve herkesin görüş bildirebileceği ölçüde tartışmaya açık olması gerekir. Bu açıklık her şeyin kabul edilmesi anlamına gelmez, örneğin güvenlikle ilgili kurallar tutarlı ve kararlı bir şekilde uygulanabilir. Öte yandan, uzun saatler televizyon izleyen, işe sürekli geç kalan bir ebeveynin, çocuğunun ekran önünde yarım saat geçirmesini, okula zamanında gitmesini beklemesi gerçekçi değildir. Bu tür kurallar genellikle çocuk tarafından çeşitli şekillerde esnetilmeye çalışılır.
Otorite Olmazsa…
Yaşamın ilk yıllarından itibaren otorite, bir diğer deyişle kurallar, sınırlandırıcı olsa da düzenleyici bir işleyişe de sahiptir. Hiçbir sınırla karşılaşmamış, her istediğini istediği zamanda elde edebileceği inancıyla gelişen bir çocuk ailenin dışındaki otorite ile karşılaştığında çok daha büyük bir reddediliş deneyimleyebilir. Sınıfta canının istediği gibi gezemeyeceğini, derslere istediği zaman girip çıkamayacağını, arkadaşlarına vuramayacağını doğrudan kendisi deneyimleyebilir. Bu deneyimlerde karşısındaki kişi, ona ailesi gibi davranmayabilir. Örneğin, vurduğu arkadaşı ona geri vurabilir ve bu sınırla yüzleşmeye hazır olmayan çocuk, “her şeye kâdir” olmadığı gerçeği ile çok sert bir şekilde yüzleşebilir. İlerleyen yaşlarda ailedeki ve okuldaki kurallar yerini toplumsal mutabakatla belirlenmiş yasalara bırakır ve bu kez de daha büyük, yasal yaptırımlarla yüzleşmek zorunda kalır. Kişi davranışları sonucunda başkalarının verdiği tepkinin boyutuna göre utanç, suçluluk, değersizlik hisleriyle dolup taşabilir, bu duyguları taşımak zorlayıcı olabilir.
Otoritenin bir diğer işlevi ise çocuğa güvenlik hissi sağlamasıdır. Her şeye gücünün yetmeyeceği, her şeyi bilemeyeceği gerçeği ile yüzleşen kişi, otorite konumundaki kişilerden, ilk aşamada ebeveynlerinden sağlam bir çerçeve sunmasını bekler. Ebeveynlerin yaş, hayat deneyimleri, bilgileri nedeniyle çocuğun bil(e)mediği yerde onu desteklemek, ona rehberlik etmek gibi sorumlulukları vardır. Ebeveyni tarafından sınırlanmamış bir çocuk, “Benim her şeye gücüm yeter” gibi düşüncelerle, yeri geldiğinde ebeveynlerini de yıkıp geçebileceğini düşünebilir. Bir yandan kendini çok güçlü hissetse de bir yandan kendisini koruyacak bir gücün olmadığı hissiyle yoğun bir güvensizlik hissi yaşayabilir. Doğal olarak öfkelenen çocuk, bu öfkeyi ebeveynine yönelttiği takdirde onları alaşağı edeceği korkusuyla öfkesini yöneltmekten vazgeçebilir. Akacak bir kaynak bulamayan öfke, kişinin kendi içine yönelebilir. Kendine zarar verme eğilimleri görülebilir, kişi içine kapanabilir. Tam tersine, ebeveynleri tarafından çok katı bir otorite ile sınırlandırılmaya çalışılan çocuk ise ya söz söyleyemez hale gelerek ruhsallığında bir gelişim yaşayamayabilir ya da bu kadar katı duvarları olan bir otoritede oluşan ilk çatlaktan dışarı kaçmayı deneyerek kendini yapayalnız ve güvensiz bir ortamda bulabilir.
Günlük Yaşamda Otorite
Aile, okul gibi yapılar dışında kurumlarda da farklı otorite türleri ile karşılaşmak mümkündür. Örneğin, Fransız psikanalist Roquefort[3] sorunlu otoritenin kurumlarda nasıl işlediğini anlatır. İlk kategoride, “psikotik” işleyişe sahip otorite sözün anlamını yok ederek yaşanan sorunları konuşulamaz hale getirir. Otoriteye tâbi olanın bilgilerinin ve önerilerinin hiçbir kıymeti yoktur, otorite adeta demir yumrukla yönetir haldedir ve ona karşı gelmek mümkün olmaz. İkinci kategorideki otorite, “sapkın” işleyişe sahip olan kurumlarda görülür. Bu kurumlarda da kurallar vardır ancak kurallar kolaylıkla ihlal edilebilir ve hatta ihlal edilebilmek için varlardır. İki kişi arasında geçen bir şiddet olayı kurallarla yasaklanmış olmasına rağmen ya yöneticiler tarafından duyulmaz, ya “gereği yapılacağı” söylenerek hiçbir şey yapılmaz ya da göstermelik bir sorguya çekilen fail herhangi bir yaptırımla karşılaşmadan hayatına devam eder. Böylelikle kuralları ihlal etmek neredeyse teşvik edilir. Üçüncü kategoride ise “nevrotik” işleyişe sahip kurumlar yer alır. Bu tarz bir işleyişe sahip bir kurumda ise otorite yeterince güçlü değildir, itirazlar dile getirilse bile kurumun itibarını korumak adına bu itirazlar sümen altı edilir ve kurumdaki bireyler otoritenin sessizliği karşısında bir çaresizlik hissine kapılırlar. Sağlıklı bir otoriteye sahip olan kurumlar daha demokratik bir yapıdadır; kurallar nettir, herkes tarafından anlaşılabilir ve uygulanabilir. Kurumu oluşturan tüm bireylerin katkı ve görüşleri, kurumun en sağlıklı şekilde işleyişini göz önünde bulundurarak otorite sürecine dahil edilir. Örneğin, bir okulda kurallar yöneticilerin, çalışanların ve öğrencilerin katılımıyla tartışılabilir ve değiştirilebilir. Yönetim kademesinde oy hakkı olan öğrenci konseyleri demokratik katılımın bir örneği olarak düşünülebilir.
Gündelik hayattan bir diğer örnek ise yaklaşık iki yıldır gündemimizde olan COVID-19 salgını olabilir. Salgın dünyanın dört bir yanında farklı şekillerde deneyimlendi. Ülkemizde de başlangıçta kaygı ve hatta paranoyaya yol açsa da sağlık otoritesinin yol göstericiliği ile daha düzenlenmiş bir sistem içerisinde salgının yıkıcı ilk etkilerinin atlatıldığı söylenebilir. Öte yandan, vaka sayılarının açıklanmasına dair güvensizlikler, virüsle ilgili bilgi kirliliği, aşılarla ilgili çelişkili açıklamalar, pek çok kişinin sağlık otoriteleri ile kurduğu ilişkiyi değiştirmiş olabilir. Örneğin, toplumun ikna olmadığı kurallarla birlikte, otoritenin sorgulandığını, “tam kapanma”nın tam olarak uygulanamadığını, otoritenin delinmeye başladığını, kısıtlamaların sona erdiği gün, insanların kuralları çok daha fazla esnetmeye başladıklarını gözlemlemek mümkündür. Sürecin aşı karşıtlığı, pandemi inkârı gibi noktalara evirildiği de söylenebilir. Özet olarak, sağlık otoritelerinin salgın sürecinde belirlenen kuralları bilimsel temellere dayandırarak, açıklanabilir ve sürdürülebilir kılmaları, toplumu yeterince iyi ve sağlıklı bir şekilde aydınlatmaları, güven ilişkisinin kurulmasını kolaylaştırabilir. Böylece herkesin kendince en doğru olan seçeneğe yönelerek salgın yönetimini kendi başına yapması yerine toplumsal uyum ve dayanışma sağlanabilir.
Otoritenin ketum, cezalandırıcı, salt özgürlük kısıtlayıcı olmadığı koşullar hem bireyin gelişimini hem de toplumsal işleyişi güçlendiren bir rol oynar. Demokratik bir otoritenin yer aldığı aile, okul, kurum ya da devlet, bireylerin sınırları güven içerisinde test edebilmelerini sağlayabilir. Yok olmayan ve/veya yok etmeyen sınırların sağladığı güvenlik hissi ile birlikte bireyler kendilerini geliştirme ve gerçekleştirme fırsatı bulabilirler.
[1] Şahin, A., 2019. Büyütmeyen Otorite. In: F. Akkapulu, ed., Hangi Otorite?, 1st ed. İstanbul: Bağlam Yayıncılık, pp.135-156.
[2] Alemdar, Ö., 2019. Ergenlikte Anne Baba Otoritesi Üzerine Düşünmek. In: F. Akkapulu, ed., Hangi Otorite?, 1st ed. İstanbul: Bağlam Yayıncılık, pp.135-156.
[3] D. Roquefort, Le role de l’educator, L’Harmattan, Paris, 2006.