PINAR DEMİRCİ, Klinik Psikolog
Hepimiz hayatlarımızın belli dönemlerinde kayıplar, acılar, yoksunluklar, hayal kırıklıkları, çatışmalar gibi bizi zorlayan durumlar yaşarız. Her ne kadar bunların olmadığı bir hayat hayal etsek de, kendimizi böyle zor deneyimlerin içinde bulmamız kaçınılmazdır. Malum, hayat bizim dilediğimiz kadar dertsiz tasasız, sadece eğlendiğimiz, her anından keyif aldığımız bir yolculuk değildir. Bu yolculukta beklemediğimiz terslikler, içimizi sıkan belirsizlikler, yorgunluklar, tükenmişlikler de olabilir. Böyle durumlarda keyfimiz kaçabilir ve yola nasıl devam edebileceğimizi bilemeyebiliriz. Biz böyle zorlanırken birilerinin “ne zorluklara rağmen devam edebildiği” gelir aklımıza bazen. Nasıl katlanıyorlar, nasıl baş ediyorlar diye sorgulamaya başlarız.
Her şeye rağmen hayata sıkıca tutunabilmek, düştüğünde yeniden ayağa kalkabilmek, belki de daha sağlam yola devam edebilmek nasıl mümkün olabiliyor?
Yaşanan zorluklara rağmen yeniden toparlanabilme ve devam edebilme durumu, dayanıklılık (resilience) olarak adlandırılır. Dayanıklılık, “sıkıntı, travma, tehditler ve diğer önemli stres kaynakları karşısında iyi uyum sağlama süreci” olarak tanımlanır[1]. Ancak, bu alanda yapılan çalışmalar dayanıklılığı biyolojik, psikolojik, sosyal ve kültürel unsurların birbiriyle etkileşimi sonucu oluşan daha karmaşık bir süreç olduğunu söyler. Dayanıklılık, önceleri doğuştan getirilen kişilik özelliği olarak görülürken, sonraki kuramlar ve yaklaşımlar öyle olmadığını söylemiştir. Örneğin, Masten’a göre dayanıklılık, olağanüstü/olağandışı bir özellik değil; aksine insanın uyum sağlama sürecinin olağan bir sonucu olarak edindiğimiz becerilerdir. Bu becerilerden en önemlileri; çevremizdeki kişilerle sağlıklı ilişkiler kurabilme ve sürdürebilme, hayallerimiz ve hedeflerimize ulaşabilmek için içsel motivasyonumuzu kullanılabilme, duyguları düzenleyebilme, öğrendiklerimizi yaşamda kullanabilme, sorumluluk alabilme, esnek olabilmedir[2]. Ancak bazı insanlar, çocukluk döneminde bu sistemi geliştirmek için yeterli fırsat ve desteği görememiş olabilir. Dolayısıyla bu görüşten hareketle, her insanın halihazırda dayanıklı olma potansiyelinin olduğunu düşünebilir, önemli olanın bu potansiyeli ortaya çıkarmak ve geliştirmek olduğunu söyleyebiliriz.
Peki, bu potansiyel nasıl ortaya çıkabilir ve bu beceriler nasıl geliştirilebilir?
Rutter’a göre, çocuğun kendisinden ziyade çocuğun çevresi bu becerilerin ortaya çıkmasında ve gelişmesinde önemli rol oynar[3]. Burada dayanıklılığın gelişebilmesi için, çocukluğun kritik bir dönem olduğunu vurgulamak gerekir. Elbette hayatın ilerleyen dönemlerinde de bu beceriler kazanılabilir ancak çocukluk döneminde yapılan yatırım daha anlamlıdır. Bu sebeple, çocukların mümkün olduğunca çok ve çeşitli durum için, hayatları boyunca kullanabilecekleri becerileri kazanmalarına destek olmak önemlidir. Bu beceriler arasında, kendini ve duyguları tanıma, anlama ve kontrol etme, kendine güvenme, yapabileceklerinin ve yapmakta zorlandıklarının farkında olma, nasıl gelişip dönüşebileceklerini bilme, problem çözme, kararlarının sorumluluğunu alabilme, geleceğe umutla bakabilme, sağlıklı ilişkiler kurabilme sayılabilir.
Bu yaşam becerilerinin desteklenmesi öncelikle onlara sevgi, ilgi, güven ve bağlılığın olduğu ortamlar yaratarak mümkün olabilir. Çocuklar çevresinde onları olduğu gibi, yani koşulsuz seven yetişkinler olduğunda kendilerini sevebilir ve kendilerine güvenebilirler. İhtiyaçlarını gören ve karşılayan ebeveynler sayesinde hayata ve insanlara güvenebilmeyi öğrenirler. Çevrelerinde onları dinleyen ve anlamaya çalışan kişiler olduğunda kendilerini değerli hissedebilirler.
Çocuklara gelişim fırsatları vermek yani yaşlarına uygun öz bakım becerileri kazanmalarını, fiziksel, zihinsel, sosyal ve duygusal olarak gelişmelerini, yaşına uygun sorumluluklar almalarını sağlamak dayanıklı olmaları için gereklidir. Çünkü kendilerine gelişim fırsatı verilen çocuklar, hayatları boyunca yapabileceklerinin farkında olurlar, kendilerini sağlıklı bir şekilde değerlendirebilirler, öğrenmekten, gelişmekten keyif alırlar. Böylece zorluklarla başa çıkmak için gerekli olan bilgi ve becerileri kazanabilirler ve gerektiğinde kullanabilirler.
Dayanıklılığın gelişmesi için çocukların problem çözme becerilerini desteklemek de önemlidir. Çocuklar bebeklikten itibaren küçük ya da büyük pek çok problemle karşılaşır. Bir şeyin kapağını açma, boyunun yetişmediği bir yerden bir şeyi alma, ödevindeki bir soruyu cevaplama, arkadaşlarıyla çatışma gibi problemler, kayıplar, travmalar yaşadıklarında nasıl başa çıkacaklarını bulmaya çalışırlar. Aslında her problem iyi değerlendirildiğinde öğrenmek için bir fırsattır. Yetişkinler çocukların problemleri çözmeleri için rehber olabilirler ancak bu onların yerine problemleri çözmek ya da hemen çözümü söylemek değildir. Çocukların kendilerinin de çözümü bulabileceklerine inanarak, onlara güvenerek kendi çözümlerini bulmalarına fırsat verilmelidir. Ancak o zaman çocuklar kendilerini yeterli ve baş edebilir hissederler.
Çocukların kendi potansiyellerini fark etmeleri, biz yetişkinlerin onlara adeta birer ayna olmamız ile mümkün olabilir. Ayna olmak gerçekçi bir şekilde yani abartmadan ve azımsamadan güçlü yanlarını onlara göstermek, yapabildiklerini takdir etmek, yapamadıkları için cesaretlendirmek demektir. Bunu yaparken samimi bir ilişki kurmak, dinlemek, duygularını ve düşüncelerini anladığımızı göstermek, kendilerini ifade etmelerine fırsat vermek önemlidir.
Söylenenlerden çok yapılanlarla çocuklara örnek olunduğunu unutmamak gerekir. Yetişkinler, zor koşullara rağmen ayakta kalabilen, mükemmel olmayan dünyada, geleceğe umutla ve güvenle bakabilen, kayıplara rağmen yeniden toparlanabilen bireyler olabilirlerse, çocuklara iyi örnek olabilirler. Elbette bu pek de kolay olmayabilir ancak yetişkinlerin çocuklardan daha çok deneyime ve baş etme kapasitesine sahip olmaları beklenir. Çocuklara hayatın zorluklarıyla nasıl başa çıkacaklarını hiç göstermeden, tüm yükü onların sırtına yüklemek yerine, birlikte, paylaşarak, dayanışma içinde problemleri çözmeye çalışmak ve onlara destek olmak önemlidir. Böylece dayanıklı bireylerin yetişmesine ve böyle bireylerden oluşan bir toplumun oluşmasına katkı sunulabilir. Bunu sadece bir ebeveyn olarak değil, bir öğretmen, hala, dayı, komşu, sokaktaki vatandaş, çocuğa dokunan herhangi bir insan olarak da yapabilmek gerekir. Çünkü dayanıklılık çocuğun yakın ve uzak tüm çevresinin katkısıyla desteklenebilir.
Son olarak, unutmayalım ki dayanıklılık zorlukların içinden çıkış yolları aramaktır. Elbette hiç zorlanmamak, hiç zarar görmemek değildir. Hiç hata yapmamak, hiç tökezlememek de değildir; yani mükemmel olmaya çalışmak değildir. Mükemmel olmaya çalışan insanlar hata yapmaktan çok korkarlar ancak dayanıklı insanlar hatalardan korkmazlar çünkü hatalarından öğrenirler. Yaşanan zorluklar baş etmesi zor duygular yaratabilir, insanı çok yorabilir ve hatta çaresiz ve tükenmiş hissettirebilir, bunların hepsi doğaldır. Hayata sıkıca tutunabilmek, duyguları anlamaya ve kabul etmeye çalışırken aynı zamanda bunların bir öğrenme fırsatı olduğunu insanın kendisine hatırlatmasıyla mümkün olabilir.
[1] American Psychological Association; 2014. http://www.apa.org/helpcenter/road-resilience.aspx
[2] Masten, A. S. (2001). Ordinary magic: Resilience processes in development. American Psychologist, 56(3), 227.
[3] Rutter, M. (2006). Implications of resilience concepts for scientific understanding. Annals of the New York Academy of Sciences, 1094(1), 1-12.